Yenikent’in eski yerleşimi Zir Vadisi’ndedir. Eski kaynaklardaki adı da İstanos’dur. İstanos akarsu ülkesi anlamına gelmektedir. Zir Vadisinden bugün de hala akmakta olan Ova Çayı nedeniyle bu isim verildiği anlaşılıyor.

İstanos; Virancık, Kozgan, Ahur, Aydın, Kargın ve Yassıviran köylerini de kapsayan bölgenin adıydı. İstanos’un merkezi konglemara tipi kayalıklarla iç içedir. Bu kayalıklar bugün de hala mevcuttur.

Bu bölgede Bizans, Danışmendliler, Anadolu Selçukluları, İlhanlılar, Karamanoğulları hakimiyeti görülmüş ve 1354 yılında da Osmanlı Devleti hakimiyetine girmiştir. Osmanlı Dönemi İstanos’a ait ilk bilgi 1462-63 yıllarına ait Ankara Mufassal Tahrir Defterinde geçmektedir.

Buradaki bilgilere göre nüfus gayrimüslim ağırlıklıdır. Gayrimüslim nüfusun geneli de Ermenilerdir. Ermenilerin buraya ne zaman yerleştiği belli olmamakla birlikte Bizans tarafından yerleştirilmiş olmalıdır. Bizans döneminde para, mal mülk verilerek Ermenilerin Doğu Anadolu ve İç Anadolu’ya yerleştirildiği bilinmektedir.

Bu belgeye göre İstanos 146 hanedir. 27 hane de Türk-Müslüman ismi geçmektedir. 1 hanede 5 kişi olduğu kabul edilirse 146 ile 5’i çarpınca yaklaşık nüfusu 730 bulunur. 1550 yılında 310 hane ( 242 hane gayrimüslim, 28 müslim; aynı hesapla nüfus 1350 bulunur. ) civarındaki köyler iki üçü hariç diğerleri Türk köyüdür.

1831 yılında yapılan sayımda İstanosun nüfusu Murtaza-abad nüfusu içinde verildiği için toplam nüfusbilinmemekle birlikte gayrimüslim nüfus 979 olarak görünmektedir. 1833’te bölgeyi gezen Charles Texier Ermeni nüfusun fazla olduğunubelirtmektedir.

Yine bu belgeye göre İstanos ve çevresindeki köyler padişah hassı olarak geçmektedirç. (has: yıllık geliri 100.000 akçeyi geçen hükümdar ailesi ve yüksek dereceli devlet memurlarına verilen dirliklerdir.)

1571-72 yılı Evkaf Defterinde İstanos’un toplam geliri 21.979 akçe olup olup bu gelir Sultan Bayezid’in Amasya’da yaptırdığı imaret ve medresesine vakfedilmiştir. Yine bu defterdeki bilgilere göre İstanos ve çevresine Türkler yerleştirilmiştir. Murtaza-abad kazasına tabi köyler arasında Eymür, Kınık, Kayı, Döger ve Peçenek gibi Oğuz boylarının adlarını taşıyan köyler de bunu göstermektedir.

Bu yerleşik olan Türklerin dışında Ankara ve civarında yerleşik olmayan yörük cemaatler de vardı. (Ankara kazasında bulunan yörükler 1462 yılında 405 hane görünmekte) Yerleşik olmayan bu aşiretlerin yerleşik halkın malarına ve canlarına zarar verdiği şikayet içeren pek çok belgeden anlaşılmaktadır. Bu yüzden devlet bu aşiretleri bulundukları yerlere iskan etmeye çalışmıştır. Örneğin 1850 yılında iskan edilen 6554 haneden 109 tanesi Zir nahiyesine iskan olmuştur. 19.yüzyılda belgelerde İstanos yerine Zir adı geçmektedir. ( Zir Farça ‘alt, aşağı’ anlamındadır.)

İstanos’un ekonomisi tarım ve hayvancılıktan ziyade sof üretimi ve ticaretine dayalıydı. Sof ve şali denilen kumaş Ankara ve civarında yetişen keçilerin tiftiğinden imal edilirdi.

Kadınlar tarafından eğrilen tiftik iplik haline getirilir ve bu iplikler sof dokuyucuları tarafından dokunur yıkanıri boyanır ve cendereciler tarafından düzeltildikten sonra yüksek mevkideki kimselerin giydikleri sof kumaşlar meydana geliyordu.

Sof dokuyucuları üretimin asıl bölümünü oluşturuyordu.Evlerinin birer bölümünde kurdukları tezgahlarda çalışan birçok aile vardı. İstanos, Erkeksu ve Miranos gibi köylerde tarım yapılmayıp sof üretimi ve ticareti yapılıyordu.

İstanos’taki bu sof üretimi buraya ticari bir canlılık vermiştir. Daha 16. yüzyılda köy olmasına rağmen sof ticaretine bağlı bir pazar kurulmaktaydı. 1571-72 yılında bac-ı pazar vergisi vermektedir. Ankara’yı ziyaret eden bütün seyyahlar seyehatnamelerinde bu meşhur sof kumaşından bahsetmişlerdir.

19.yüzyılda belgelerde İstanos yerine Zir adı geçmektedir. ( Zir Farça ‘alt, aşağı’ anlamındadır.)

İstanos köyü, Murtaza-abad kazasına bağlı iken (1831 nüfus sayımında nüfusu Murtaza-abad içinde verilmiştir.) 1844-45 tarihli Zir Temettüat defterinde kaza olarak geçmektedir. 1872 yılına gelindiğinde ise Murtaza-abad kazası nahiye olmuş ve Zir kazasına bağlanmıştır.

1890 yılında Zir kazasının 110, 1892’de 96, 1898’de 92 ve 1903’te 99 köyü vardır. Salnamelerde geçen Zir kaymakamları şu şekildedir.

1872 Süleyman Rüşdi Efendi
1873 Rauf Bey
1879 Hicabi Efendi
1883 Ahmet Raif Efendi
1890 Mehmet İzzet Efendi
1892 Ziya Efendi
1898 Nuri Bey
1900 Mehmet Necip Bey
1907 Zir Ankara merkez kazaya bağlı nahiye görünmekte
1925-26 Mazhar Bey

1926 yılında Polatlı ilçe yapılınca Zir’in bazı ilçeleri de Polatlıya bağlanmış ve Zir de Ankara merkez kazaya bağlı nahiye durumuna düşmüştür.

1844-45 tarihli Zir Temettüat Defteri’nde bu kazanın üç mahallesi vardır: Haris Mahallesi 116 hane, Senap Mahallesi 11 hane, Sude Mahallesi 88 hanedir. Bu defterde müslüman nüfus ayrı kaydedilmiştir ve 40 hanedir. Toplam 361 hane 5 ile çarpılırsa bu tarihlerde yaklaşık nüfus 1850 olarak bulunur.

1848-50 yıllarında Ankara Sancağı yörükleri olarak bilinen Türk aşiretlerinden 109 hane Zir ve çevre köylere yerleştirilmiştir.

Osmanlı Devleti yıkılıp yerine Türkiye Cumhuriyeti kurulunca Zir’deki Ermeniler de İstanbul ya da yutdışına göç etmişlerdir.

1935 751
1940 845
1945 1281
1950 857
1955 1532
1960 1368

1902 tarihli salnamede haftada bir defa pazar gününde pazar kurulduğu ifade edilmekte.

Tarihin tekerrür etmesi Yenikent’in tarihi gelişiminde de kendini göstermiş. Yenikent Osmanlı döneminde İstanos köyü olarak Murtaza-abad kazasına bağlı iken 1840’lı yıllarda Zir adıyla kaza olmuş hatta 1872 yılında daha önce bağlı olduğu Murtaza-abad Zir kazasına bağlanmıştır.

Fakat Tarihlerin 1926’yı gösterdiği Cumhuriyet’in ilk yıllarında Polatlı ilçe yapılınca Zir kazasının bazı köyleri de Polatlı’ya bağlanmış Zir ise Ankara merkez kazaya bağlı nahiye durumuna düşmüştür. 1890 yılında Zir’in 110 köyü bulunurken Bu yıllarda bazı köylerin de Polatlıya bağlanmasıyla 60 köyü vardır.

1958 yılında maruz kalınan sel felaketi ”Zir” dönemini de sona erdirmiş yerleşim 1965 yılında Zir Vadisi’nden şuanki yerine taşınarak Yenikent ismini almıştır. 1967 yılında heyelan bölgesi olduğu için Bucuk köyü eski yerinden Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca tahsis edilen Yenikent’teki yerine taşınmıştı.

1971 yılında yapılan referandum ve bakanlar kurulu kararı ile Bucuk köyü ve Yenikent, Yenikent merkez olmak üzere belediye kurulmasına karar verilmiştir. 5 Mayıs 1975 günü araseçim ile Yenikent Belediyesi kurulmuştur. Daha önce Yenimahalleye bağlı iken 1883’ten itibaren de Sincan’a bağlı bir belde durumundadır.

1994 yılından itibaren ikişer dönem belediye başkanlığı yapan Rıdvan ATILGAN ve Emin ÖZER dönemlerinde ilçe olmak için çaba gösterilirken 2008 yılında yapılan düzenleme ile 50 bin nüfusun altında kaldığı için ( o dönem Yenikent’in 21 bin nüfusu çıkıyor ) ilçe olmaya çalışan Yenikent mevcut belediyesini de kaybederek Sincan’ın bir semti durumuna düşmüştür.

Yenikent’i yaptığı imar planları ile 400 bin kişinin oturabileceği bir yapıya kavuşturan son belediye başkanı Emin ÖZER’in hayal kırıklığı basında şu şekilde yer almıştı:

”Beldemizi 400 bin nüfusu barındırabilecek şekilde planladık. Beldeden mahalleye dönüş devlete sadece yük getirecek çünkü bir süre sonra zaten Yenikent’in nüfusu 50 bini çoktan geçmiş olacak. 1993’ten bu yana ilçe olma mücadelesi verirken hedef tam tersine gerçekleşiyor. ancak umudumuzu yitirmiş değiliz. Tasarının yeniden gözden geçirilerek Yenikent’in hakettiği yere getirileceğinden kuşkumuz yok”

Bugün Son Başkan Emin ÖZER’in tahmini gerçekleşmiş nüfus 50 bini çoktan geçmiş 100 bine yaklaşmıştır. Acaba makus talih tersine dönüp tarih tekerrür edecek mi?

 

Ayaş’tan İstanos kasabasına doğru Ankara Çayı’ndan çıkılınca, Olimpus yenilgisinden sonra gelen Roma ordularına karşı koymak isteyen Gal kabilelerinin sığındığı değişik vadilere ayrılmış, dağınık bir bölgeden geçilir. İstanos kasabası vadinin girişinde ve Çarsu Çayı’nın (Bugünkü Ova/Zir Çayı) kenarındadır. Halkı, Türk ve Ermeniden oluşur. Ermeniler  çoğunluktadır. Dağın yukarı kısmında  birtakım mağaralar ve inler görülür. Bu mağaralardan birinin boyu 3 metre, eni 2 metre ve 25 cm’dir. Bir ikincisinin boyu 11 metre 30 cm ve eni 3 metre 33 cm’dir. Bir üçüncüsünün, birbiri üzerine oyulmuş üç katı vardı. Bunlarda görülen yol ve baca gibi çıkışlar; bunlara birkaç ailenin yerleştiği fikrini verir. Bunların kimler. tarafından oyulduğu ve buralarda hangi dönemde kimlerin kaldığı bilinemez. Yerliler, yabancıları bu ilginç eserlerin içinde gezdirmekten adeta nefret ederler.(Her gelen seyyahın bu mağaraları gezdiği ve bunun da artık halkta bıkkınlık oluşturduğu anlaşılıyor. Fotoğrafımızdan da anlaşıldığı gibi bugün de ayakta olan bu mağaralar ve devasa kayalar;  bizlerin de dikkatini, ilgisini çekmekte. Ancak o günlerde sürekli olarak yanında yaşayıp görmeye alışık oldukları için halk nazarında belki de çok fazla bir şey ifade etmiyordu.  Ya da o yıllarda (1830-40) nüfusun çoğunluğunu oluşturan Ermeniler bu yabancı seyyahlara çok misafirperverce davranmıyorlardı. Admin) Vadiyi çıkmaya devam ederek Gök Dağ’ın bayırlarına gelinir. Bu yüksek yerde, büyük taşlardan yapılmış bir sura rastlanır; taşların yerleştirilmesi oldukça düzgündür. Bunun, Galatlara ait bir eser olduğunda şüphe yoktur. Bu surun biraz dik yanında Kazıklı köyü vardır. Dağın içi, bu tarafın yaylasıdır. Hemen bu köy yakınında, diğer büyük bir mağara daha vardır; uzunluğu 40, genişliği 20 ayak kadardır. Kalker bir kayaya oyulmuştur. Girişinde bir savunma duvarı da vardır.Félix Marie Charles TexierBurası, şimdi kötü havalardan saklanmak isteyen çobanlardan başkasının işine yaramaz. Vadiyi çıkmaya devam edilince Germeç Dağı’na gelinir. Bunun tepesinde, Germeç kalesi vardır; eteğinden Ankara çayı akar. Bu su, yazın çok incecik bir dere ise de ilkbaharda geçmesi zor bir derecede kabarır. Kalenin bulunduğu dağın kuzey yamacından, bir kaynak suyu akar. Eski eserlerden üzerinde kubbeli bir hamam vardır. Bunu yerliler bir Ceneviz eseri olarak tanırlar.” Cenevizden kalma” tabiri, burada aslı bilinmeyen bütün eski eserlere kullanılır.  Ainsworth’a göre bu kale, Romalılardan kalma olup hamam da büyük ihtimal aynı döneme aittir. Bu dağın adıyla Germa şehrinin adı ve Sanskirit dilinde sıcak anlamında olan ‘ganna’ kelimesi arasındaki ilişki, dikkat çekicidir.Ankara Çayı vadisi, gerek eski eserler ve gerek arazi oluşumu noktasından her adımda başka bir şey gösterir. Yukarı Türk Ali ve Aşağı Türk Ali isimlerindeki iki köy arasında bir dağ daha yükselerek ikinci bir kaplıca daha çıkarır. Vadinin yukarı kısmında ve yüz elli metre kadar yükseklikte, savunma istihkamı olan geniş bir mağara görülür.Buraya Hırsız mağarası adını verirler. Bunun, yolcuları korumak için yapıldığı muhtemeldir .

Kaynak: Charles Texier, Küçük Asya Tarihi Coğrafyası ve Arkeolojisi, 2. Cilt.

İstanos Ankara yolunun biraz berisinde yer almaktaydı. Yörede mola verebileceğimiz başka yer olmadığından güzergahımızdan küçük bir sapmayla geceyi burada geçirmeye karar vermiştim. Bu kararı vermemin bir başka nedeni de İstanos’un tarihte ünlü olan bir köy olarak bilinmesiydi. Yarısı Ermenilere yarısı Türklere ait 400 evi bulunan köy, bir akarsuyun sağ kıyısında yer alıyordu.  Azametli bir kaya suyun üzerine doğru eğilmişti. Kaymakam’a kalırsa buradaki birkaç büyük mağarada çapulcu çeteleri barınmış.

Daha sonra bir rehber edinip kayanın eteklerini gezdim. Kayanın içinde dar bir patika oyulmuştu. Bu keçi yolu topu topu 30 cm genişliğindeydi ve biz tırmandıkça daha da daralıyordu. En sonunda patikanın sona erdiği noktaya geldik. Burada yaklaşık bir metre  genişliğinde bir yarık vardı. Rehber haklı olarak durakladı. Çünkü atlamayı deneyip karşıya ulaşamadığı takdirde  en az 30 metre aşağıdaki kayalıkların üstüne düşebilirdi.

Bana Efendi, eğer isterseniz bu yarığı aşmayı deneyeceğim ama ayağım kayarsa düşüp ölürüm. Aslında mağaraların girişini durduğumuz yerden de görebilirsiniz, dedi.

Bunu istemiş olsam bile onun önüne geçip benim atlamayı denemem olanaksızdı. Güneş batmak üzereydi. Bu iş için bir ipin getirilmesine vakit kalmadan da gece olacaktı. İstemeye istemeye de olsa geri döndüm. Yolun darlığı nedeniyle bir yere kadar geri geri gitmek zorunda kaldım. Eğer bir başka gezgin günün birinde İstanos’a uğrarsa bir ip edinip henüz gezilmemiş olan bu mağaraları mutlaka incelemeli.

Kaymakamın evine dönünce yöre halkından bir ziyaretçi grubuyla karşılaştım. Aralarında Türkler kadar Ermeniler de vardı. Bana ”Köyümüze hoş geldiniz.” demek için geldikleri bildirildi. Halbuki asıl neden İstanbul’daki son haberleri duymak istemeleriydi. Bu sapa köylere hiçbir gazete ulaşmıyor. Köy halkı ancak bir gezgin köylerine uğradığı zaman başkentte olanları öğrenebiliyorlar.

Ziyaretçilerden biri de yaşlı bir Ermeni papazıydı. Odanın ortasındaki yüksekçe bir platformda kaymakamın yanında oturuyordu. Bu iki beyin bacakları iyice örtülmüştü. Bulunduğum yerde odanın çok soğuk olmasına karşın geride kalanlar bu düşük ısıyı hissetmiyor görünüyordu. Derken platformda bir delik bulunduğunu keşfettim. İçine bir mangal yerleştirilmişti. Kürklere bürünen ve ayaklarını kor halindeki kömürlerin üzerine doğru uzatan köylüler soğuğa karşı koyabiliyorlardı. Platform kısmen bir İran halısıyla kaplıydı. Duvarları takip eden sedirler, odanın dekorasyonunu tamamlıyordu. Arka planda ve kapının yakınında kaymakamın hizmetkarları ve köyün daha önemsiz kişileri duruyordu. Onların üstlerinin (Kaymakam kastediliyor.) yanında oturmaları uygun görülmüyordu. Kollarını kavuşturup bakışlarını onlara yönelterek bir işaret çaktı. Bunun üzerine hepsi yere çömeldiler.

Kaymakam ”Konferans başladı mı?”diye sordu.

– Evet.

Kadı Efendi ” Konu neymiş?” diye sordu.

Savaşı önlemek için bazı düzenlemeler yapılıp yapılmayacağını araştırmak, diye karşılık verdim.

Kaymakam:

– İyi ama biz savaşmak istemiyoruz ki asıl Rusya bize savaş açmak istiyor.

Bir başka ziyaretçi ”Konferans niçin St. Petersburg’da yapımadı?” diye sordu.

Kadı ”Çünkü Rusya kuvvetli bizim ise kuvvetimiz yok. Öbür devletler de bu yüzden Rusya’dan korkuyorlar.” diye cevap verdi.

Kaymakam ”İngilizler Rusya’yı severler mi?” diye sordu.

Kimi sever, kimi sevmez; dedim.

-Ya siz?

-İnsanlarını severim ama hükümetini değil.

-Niçin?

-Çünkü despotluğa dayalı bir yönetim biçimidir. Benim kanımca bütün despotluklar  kötüdür.

Kaymakam: Bunu duyduğuma sevindim,  dedi.

Oradaki konukların her biri Kaymakam’a uyarak: Ben de, dedi.

Kadı ” Bir savaş durumunda İngiltere müttefikimiz olur mu?” diye sordu.

-Bilmiyorum, olmasını dilerim.

Derken biri odaya girerek Kaymakam’a bir şeyler söyledi. Kaymakam bunun üzerine odadan çıktı. Ziyaretçiler de takip etti.  Geride yalnız Ermeni papaz kalmıştı.

”Türkleri seviyor musunuz?” diye sordum.

Yaşlı adam ”Hem de çok.” dedi.

Kaynak: Yzb. Frederick Burnaby Küçük Asya Seyahatnamesi Anadolu’da Bir İngiliz Subayı 1876. Çeviren Meral Gaspıralı, Sabah Kitapları, İstanbul, 1998.

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir